13 Ekim 2015 Salı

Hermafroditizm

Hermafroditizm, Lydston [1889], Kiernan [1888] ve Chevalier'in [1893] eşcinsellik ihtimalini açıklama çabasıyla ortaya koyduğu varsayımlarda popüler görüşlerdeki yeni bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Popüler inanışa göre bir insan ya erkektir ya da kadın. Ama bilim, cinsel özelliklerin belirsiz, dolayısıyla cinsiyet belirlemenin zor olduğu olaylardan haberdardır. Bu her şeyden önce anatomi alanında ortaya çıkar. Söz konusu kişilerin cinsel organları hem erkek hem de kadın özellikleri taşır. (Bu tür kişilere hermafrodit denir.) Ender olaylarda her iki cinse ait cinsel organlar da tam gelişmiş olarak aynı kişide bulunur (gerçek hermafrodit); ama çoğunlukla her iki cinsel organlar grubu da atrofik [körelmiş] bir durumda bulunur. Bu anormalliklerin önemi, normal gelişmeyi anlamamızı kolaylaştırmalarında yatmaktadır. Çünkü görünen odur ki belli bir düzeyde anatomik hermafroditizm normal olarak ortaya çıkmaktadır. Her normal erkekte veya kadında karşı cinsin cinsel organlarının izleri bulunur. Bunlar ya organ kalıntıları olarak işlevsiz bir şekilde varlığını korur, ya da değişikliğe uğrayarak başka işlevler kazanır.

Hermafroditizm Anatomisi

 hermafroditizmin ruhsal ve bedensel belirtileri eşliğinde ortaya çıkması gerektiğini varsaymaktır. Ama bu beklenti boşunadır. Varsayılan ruhsal hermafroditizmle kesin olarak kanıtlanan anatomik hermafroditizm arasında böylesine yakın bir ilişki olduğunu göstermek imkânsızdır. Eşcinsellerde cinsel içgüdüde genel bir düşüş ve organlarda hafif bir anatomik atrofi (körelme) sık sık gözlenir (kar. Havelock Ellis [1897]). Sık sık böyledir, ama elbette düzenli, ya da genelde değil. Dolayısıyla eşcinsellikle bedensel hermafroditizmin bir bütün olarak birbirinden bağımsız olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir.
Anatomide uzun süredir bilinen bu gerçekler, başlangıçta çift cinsiyetliliğe olan fiziksel yatkınlığın evrim süreci içinde tek cinsiyetli bir yapıya dönüştüğünü ve atrofiye uğrayan [körelen] cinsiyetten geriye sadece birkaç iz bıraktığını düşünmemize yol açar. Bu hipotezi ruhsal alana da uygulamak ve olanca çeşitlemesiyle eşcinselliği ruhsal hermafroditizmin [çift cinsiyetliliğin] bir dışavurumu olarak açıklamak insana cazip gelir. Sorunu çözüme bağlamak için gerekli olan tek şey eşcinselliğin düzenli olarak
İkincil ve üçüncül [tali] cinsel özelliklere ve eşcinsellerde karşı cinsin özelliklerine sık sık rastlanmasına da çok önem atfedilmistir (kar. Havelock Ellis [1897]). Bu da çoğunlukla doğrudur; ama genelde bir cinsin tali cinsel özelliklerinin sık sık karşı cinste de gözlendiğini unutmamak gerek. Bunlar hermafroditizm belirtileridir, ama cinsel nesnede eşcinsellik yönünde bir değişiklikle birlikte ortaya çıkmazlar.

Hermafroditizm Cinsel Nesne

Cinsel nesne değişimine en azından kişinin diğer ruhsal niteliklerinde, içgüdülerinde ve kişisel özelliklerinde karşı cinsinkilere özgü paralel bir değişmenin eşlik etmesi halinde ruhsal hermefroditizm savı nesnel bir temel kazanacaktır. Ama sadece escinsel kadınlarda bu türden bir kişilik değişikliği düzenli olagözlenebilir. Erkeklerde eşcinsellikle tam bir ruhsal erkeksilik arada bulunabilir. Ruhsal hermafroditizm inancı korunacaksa, bunun çeşitli alanlardaki dışavurumlarının, karşılıklı belirlenmenin ancak hafif belirtilerini gösterdiğini eklemek gerekecektir. Dahası aynı şey bedensel hermafroditizm için de geçerlidir: Halban'a (1903)1 göre organ körelmeleri ve tali cinsel özellikler birbirinden önemli ölçüde bağımsızdır. Çift cinsellik teorisi en kaba şekliyle erkek eşcinsellerin bir sözcüsü tarafından dile getirilmiştir: "erkek bedenine hapsolmuş bir kadın beyni." Ama kadın beyninin ne olduğunu bilmiyoruz. Psikolojik sorununun yerine anatomik sorunu koymaya ihtiyaç da, gerek de yok. KrafftEbing'in açıklama girişimi Ulrichs'in kinden daha kesin gözüküyor, ama özünde ondan farklı değildir.. KrafftEbing'e [1895, 5] göre her bireyin cinsel yatkınlığı onu erkek ve dişi beyin merkezleriyle olduğu kadar, bedensel cinsel organlarıyla da donatır; bu merkezler ancak çoğunlukla ergenlikte, başlangıçtaki yatkınlıkta bunlardan bağımsız olan cinsel salgı bezinin etkisi altında gelinir. Ama yukarıda erkek ve kadın beyni için söylenenler aynı ölçüde erkeklik ve kadınlık "merkezleri" için de geçerlidir; bu arada beynin bazı bölgelerinin ("merkezlerinin") örneğin konuşma merkezlerinde olduğu gibi cinsiyet işlevlerine ayrıldığını varsaymak için hiçbir nesnel temelimiz yok. Hermafroditizm makalemizin sonuna geldik görüşmek üzere..
Devamını Oku »

6 Ekim 2015 Salı

Zevk Duymak

Zevk duymak daha insanlarda hatta tüm canlılarda doğum ile başlar. Bebeklerin zevki anlamaları için bilinçli olmasına gerek yoktur. Pek çok çocuk yaşamının daha ilk gününde parmağını emmeye başlar. Parmaklardan biri tesadüfen ağıza girdiği anda hemen emilir ve parmak ağızdan çıkarsa çocuk çoğunlukla kızar. İki haftalık bebekler parmaklarını emerken çıkan ses bayağı duyulabilir. Çocuklar ellerini yumruk yapıp ağızlarına götürecek derecede hareketlerini yönlendirebildiklerinde emmek ve dışkılamak arasında da bir bağ oluşabilir. Çocuk kaka yaparken hırs ve iştahla ya yumruğunu ya da parmağını emer ve zevk duymak kavramını hissetmiş olur. Bundan da rahatça anlaşıldığına göre: Gıda emmek erken çağda bambaşka bir emme olgusuna, "zevkli emme" denilen bir olguya yol açmaktadır.

Zevk Duymak ve Meme Emmek


Zevk duymak, meme emen bebekler dört haftalık olduklarında emme olayı sırasında süt içmeden salt haz duymaya değişen farklı davranış şekilleri gösterirler. Zevk duymak, örneğin memeyi ağızlarına alır almaz hızlı ve iştahlı bir şekilde emmeye başlarlar, ta ki doyana dek. Ama sonra meme ucunu dudakları ile sıkıştırmaya ve çiğnemeye başlarlar, tıpkı parmaklarını emdikleri gibi. Parmak emme sırasında da birtakım farklılıklar gözlenebilir: Açlıktan doğan emme isteği çoğunlukla hırslı ve beklenti doludur ve çocuğun halinden dış dünyaya duyduğu ilgi rahatlıkla anlaşılmaktadır, zevk dolu emme olayı sırasında ise çocuk dış dünyaya karşı ilgisizdir. Bu şekildeki emme olayının karakteristik yanı çocuğa verdiği zevktir.

Zevk Duymak Gelişimi Hızlandırır


Yalnızca zevk için emmek çocuğun gelişimini hızlandırır ki zevk duymak oldukça önemlidir. Çocuk yumruk yaptığı elini ya da parmaklarından birini ağzına sokmaya çalışır. Kavrama hareketini başaran çocuklar yabancı cisimleri de ağızlarına sokmaya başlar. Zevk için emmek tanıma olgusuna da yol açar. Her şey yalanır, tadına bakılır ve bu arada çocuk kendi bedenini yabancı cisimlerden ayırmayı öğrenir. Zevk duymak makalemizin sonuna geldik görüşmek üzere…
Devamını Oku »

4 Eylül 2015 Cuma

Aşk

Aşk yalnız sevmekten, düşünmekten ibaret bir his değildir. Aşk, yalnız kalbe, ruha, dimağa ait değildir. Eğer öyle olsaydı, uzakta olan bir âşık kendini teskin ve hatta memnun edebilirdi. Düşünmek, hep sevgilinin hayali, hatırasıyla uğraşmak, yalnız yaşamak yetmiyor insana. Sevgi plâtonik olamaz, nazarî bir duygu tam bir duygu değildir. Aşk bir ızdıraptır. Ondan ancak sevgilinin yanında kurtulurur. Yani ızdırap yalnız sevgilinin yanında unutulur. Yoksa tek başına sevmek yetmez. Sevdiğini görmek, onun yanında bulunmak, onunla beraber yaşamaktır amaç. Gözlerin sevdiğini görmez, kulakların sesini işitmez, burnun kokusunu almaz, elin vücudunu okşamazsa, insan yanındakine: <<Ben seni bütün varlığımla, benliğimle seviyorum>>, diyemezse, bu sözün onun üzerindeki tesirini göremez, anlayamazsa, boştur her şey. Aşk tam olmak için karşılıklı olmalıdır. Bu çok nadirdir, ama esas mutluluktur. Kıskançlık ise sevgiyi öldürür, güven yaşatır. Her zaman sevdiğini anlamak, affetmek gerektir. Maddî menfaati düşünmeden, arzularının sonundan korkmadan yaşamaktır aşk. Aşk her gün yeniden doğmaktır.

AŞK NASIL TARİF EDİLİR ?

Aşk bir gemidir. Kaptanın ustalığı oranın da yol alır. Aşk bir dağ gibidir, tırmanması ne kadar yorucu ve güçse, inmesi o kadar kolaydır. Sevginin ise ölçüsü yoktur. Bazen kantarla bazen tek kefeli teraziyle tartılır. Aşk verdiği kadar almak isler. Aşk suya benzer, herhangi bir şey onu harekete geçirmezse bozulur. Sabırsız aşk, köksüz çiçek gibidir. Kadın ruhu aşkla beslenir. Kadınlar anlaşmak için değil sevilmek için yaratılmışlardır. Aşkla oynayan kadınlar bıçakla oynayan çocuklara benzerler. Sonunda yaralanan kendileri olur. Aşk evlenince son bulur.

İNSANLIĞI AŞK MI KURTARACAK ?

Dinler ve felsefeler eskiden beri insanlara birbirlerinin kardeşi olduklarını anlatmak isterler ve bir türlü başaramazlar. Aksine insanlar biri birinin düşmanıymış gibi hareket ederler, birbirinden korkarlar, kıskanırlar, kötülük etmekten çekinmezler. Yani insanlar birer düşman kardeştirler. Hindistan'da ise bir mezhebe göre insanın kardeşi yalnız bütün insanlar değil, aynı zamanda her hayvan her bitkidir ve daha da ileri gidilerek her eşyadır. Batılılar ise insanı çok yükseğe, insan olmayanları da en aşağıya koymuşlardır. Mertebeler, dereceler sınıflar, farklar gözetilmiştir. Hele insanların bazı ırk ve ulusları kendilerini herkesten üstün ve efendi saymak gafletine düşmüşlerdir. Bazıları da kendilerini Allah'ın en sevgili kulları olarak sayar ve gururlanırlar, İşte bundan üstünlük, aşağılık, kibir, nefret ve istihfaf duyguları ortaya çıkar. Şarklıların bazıları hiç kimseyi ve hiç bir şeyi kötü görmez ve yalnız insanlığa değer verirler. Bunlar kâinattan ayrılmaktansa ona daha da yaklaşmak isterler. Çocuk ile deliyi Allah'ın bir armağanı sayarlar. Hayvana iyi bakarlar ve acırlar, hatta en küçük bir böceğe bile kötülük etmezler. Hazreti Peygamber namaz kılmak için, seccadesinin üzerinde uykuya dalmış olan bir kediyi bile uyandırmaktan çekinmemiş midir? Bazı Şarklılar en ufak bir otun ve taşın bile ızdırap duyacağına inanırlar. Bir sanskrit sözü şöyle der:<<Bu şey, bu çiçek, bu kuş, bu dağ, bu yıldız hep sensin, hiçbir şey senden başka bir şey değildir>>. Eğer bu felsefeyi kabul edecek olsaydık dünyada hiç yalnızlık duymayacaktık, kinimiz ve hırsımız olmayacaktı. Birbirimize bağlı olacak, hayatın büyük varlığına kendimizi uydurmuş olacaktık. Artık kutsal kelimesinin manasını öğrenmiş ve tanrının harikalarına hayran olacaktık. Eğer insanlar tabiatın bir beraberlik olduğunu anlasalardı belki toplumu daha sıkı bir birlik haline sokmaya çalışacaklardı. Yerde, gökte ve denizde kendilerinin yanı başında bulunan canlı ve cansız her türlü mahlukatla insanlar eğer bir tür akrabalık ve yakınlık duysalardı yani kâinatla kardeşlik edebilselerdi, basitten karmaşığa giderek, belki birbirlerini seveceklerdi. İşte o zaman aşk hayatın her yerinde ve anında anlam bulacaktı. Her insan için mutlak olacaktı ve belki de dünya çok daha yaşanabilir bir hal alacaktı.


Devamını Oku »

1 Eylül 2015 Salı

Kızlık Zarı

Kızlık Zarı Nedir ?

Kızlık zarı (himen) dediğimiz doku parkası, döl yolunun (vajinanın) ağzında bulunur. Yanıtı ay veya tam bir halka biçiminde vajinanın ağzını kapatır. Ortasında kurşun kalem çapında bir açıklık vardır. Yapısı kadından kadına değişir. Çok seyrek rastlanan bazı durumlarda kızlık zarı iki milimetre kalınlığında sert ve esneklikten yoksun bir yapıda olabilir. Yine ender görülmekle birlikte, cinsel birleşmeye engel teşkil etmeyecek biçimde aşırı esnek olabilir. Bir diğer ender yapı bozukluğu ise vajinanın (döl yolunun) kızlık zarıyla tamamen kapalı olması halidir. Bedensel gelişmesi normal olan bir kız çocuğu buluğ çağıyla birlikte her dört haftada bir karın bölgesinde ağrılar hissediyor, ama regl kanaması olmuyorsa bu tür bir anatomik bozukluktan şüphelenmek gerekir. Vajinanın zarla tamamen kapalı olduğu durumlarda mutlaka doktor müdahalesi gereklidir. Çünkü bu arada genç kızda normal yumurtalık çalışması ve her 28 günde bir yumurta atımı devam eder.

Kızlık Zarının Kapalı olması


Kızlık zarının kapalı olması nedeniyle, bu kan dışarı atamayarak, döl yolunda birikir. Hatta bu durum daha da ileri giderek, kanın bütün rahme ve yumurta iletim kanallarına dolmasına kadar varabilir. Bu tür tehlikelerin belirmemesi için. Kızlık zarı doktor tarafından küçük bir operasyonla açılır. Birçok genç kızda da kızlık zarı açıklığı ön tarafta bulunur. Yani idrar yoluna bakan yöndedir. Burada da bazı anormalliklere rastlanabilir. Örneğin zarda bir kaç arıza bulunabilir. Kızlık zarı. Genç kızın iç cinsel organları için önemli bir koruyucudur. Bu zar olmasaydı, kadınların pek çoğunda çeşitli iltihaplanmalar meydana gelebilirdi. Ancak vajina mukozasının ve rahim boynunun da enfeksiyona sebep olan çeşitli mikroorganizmalara karşı koruyucu çeşitli salgılar ürettiğini de unutmamak gerekir. Aslında doktorların "yumurta kanalı iltihabı" olarak saptadıkları durumu, kadınlar arasında "yumurtalık iltihabı" olarak bilinir. Kızlık zarları bozulmamış genç kızlarda bu tür iltihaplanmalar hemen hiç görülmez.
Devamını Oku »

18 Ağustos 2015 Salı

Adet Görme



Adet görme, kadın genital organları: yumurtalıklar, fallop borusu denilen yumurtalıklara giden kanal, rahim, vajina ve vulvadan oluşur. Yumurtalıklar, yumurtaları üretir ve korurlar. Ayrıca kadınlık hormonunu hazırlar ve kana verirler. Adet görme olayı, ortalama 28 günlük periyodlarda oluşur. Bu olay bir yumurtanın yumurtalıktan Fallop kanalına doğru atılması ile başlar ve takriben iki hafta zarfında, bu yumurtayı koruyabilecek ve besleyebilecek değişikliklere uğrayan rahime ulaşır. Bu yumurtanın rahimde kalıp hayat bulabilmesi ancak bir aşılama olayının olması ile mümkündür. Bu esnada rahim hafifçe şişer ve iç duvarını kaplayan zarımsı tabaka kalınlaşır. Bu durumdaki rahmin kanlanması oldukça artar ve rahme ait bezlerden özel bir mukoza salgılanır. Bu değişiklikler aşılanmış yumurtaya yer hazırlamak amacıyla oluşur. Yumurta aşılanmadığı takdirde bu yumurta ile beraber rahmin iç duvarında oluşmuş zarımsı tabaka, mukoza ve kan dışarıya doğru atılmaya başlar. İşte bu kanamalı devreye aybaşı akıntısı veya kanaması adı verilir. Bu devre genelde 6 gün devam etmekle beraber, her kadında değişkenlik gösterebilir. Bu arada adet çarkı da yine 25 ilâ 30 günlük bir süre içinde meydana gelir.

Adet Döngüsü Niçin Olur?

Adet döngüsü doğal olarak ve devamlı kadını gebeliğe hazır bir halde tutar. Buluğdan adet kesimine kadar olağandışı bir durum olmadığı takdirde düzenli devam eder. Kadın genital organlarında sürekli hayati öneme sahip olaylar olur. Bütün değişiklikler dünyaya gelecek çocuk için bir çeşit yer ve besin hazırlama amacı güder. Yumurta aşılandığı takdirde, yumuşak, rahat, gıda bakımından gayet zengin bir ortama girerek, şaşırtıcı değişiklik ve gelişmeler göstermeye başlar. Fakat çoğu zaman aşılanma olmaz, rahimde herhangi bir yerleşme oluşmaz ve gebeliğin sürmesi için oluşmuş diğer değişikliklerle beraber yumurta dışarı atılır ve bu adet döngüsü periyodik olarak devam eder.

Adet Evreleri Nelerdir

Adet devrinin birbirinden ayrı 3 evresi vardır. Bunlardan birincisine yumurta öncesi evresi denir. Adet birinci gününden başlar, iki hafta devam eder. Önce beyinin orta kısmında bulunan hipofiz guddesi bir hormon salgılayarak yumurtalıkta (Graaf folikülü) denilen ve kabarcığa benzeyen bir cisimcik meydana getirir. Her Graaf folikülü bir yumurta içerir. Genellikle bir devrede sadece bir tek folikül olgunlaşır ve hipofizin salgıladığı hormonunun etkisi altında içi bir sıvı ile dolar ardından foliküler hormon denilen hormonun salgısı başlar. Bu hormonun etkisiyle rahmin iç duvarında değişiklikler meydana gelir. Rahim gittikçe kalınlaşır ve yukarda bahsi geçen gelişmelere uğrar. Bu sırada Graaf folikülü gittikçe yumurtalığın duvarına yaklaşır ve nihayet yırtılarak yumurta dışarı çıkar. Karın boşluğuna doğru atılan bu yumurta, Fallop tüpü denilen ve yumurtalıkla rahim arasında birleşme görevi gören borunun yumurtalığa yakın ucunda bulunan huni biçimindeki delikten kanala girer. Yumurtanın yumurtalıktan çıkıp fallop borusuna girişine kadar geçen zamana yumurtlama müddeti (ovulasyon) adı verilir. Bu zaman son aybaşının birinci gününden hesaplanarak, adet devrinin 10 ila 16 ncı günü arasına denk gelir. İkinci evre yumurta sonrası evresi adını taşır. Bu evre takriben 10 gün sürer. Patlamış olan Graaf folikülünde bu esnada yeni bir iç salgı dokusu meydana gelir. Bu yeni oluşan dokuya Corpus luteum(sarı cisim) adı verilir. Sarı cisim progesteron veya sarı cisim hormonu denilen bir hormon meydana getirerek etkisini gösterir. Bu etki altında rahmin kanlanması çoğalır, rahimdeki bezlerin ifrazatı artar ve özel bir mukozamsı salgı meydana gelir. Böylece rahim aşılanmış yumurtayı alıp koruyabilecek bir özellik kazanır. Yumurta aşılanmamış olduğu takdirde aybaşı akıntısı olur. Bu, adet devrinin üçüncü evresi, yani kanama evresidir. Aşılanmamış yumurta rahime geldiği anda sarı cisim hormon salgısını azaltır. Bir kaç gün sonra rahmin iç duvarında oluşan zarımsı tabaka ayrılmaya başlar. Kan damarları büzülür ve rahim bezleri çalışmaz. Başlayan kanama 3 ila 6 gün sürer. Kanamanın başlaması ile beraber sonraki adet hazırlıkları, yani bu olayın tekrarı başlar. Değerli arkadaşlar bugün sizlere adet döngüsü ile ilgili bazı bilgiler verdik.  Hoşçakalın.



Devamını Oku »

11 Ağustos 2015 Salı

Seks Yogası

Seks Yogası Budizm ve Taoculuk

Seks Yogası başta Zen Budizm ve Taoculuk olmak üzere Hint ve Çin felsefe ve dinlerinin bir yorumcusu olarak büyük ün yapmış olan Watts Deney onu gösteriyor ki diyor, cinsel birleşme, zevk ve haz konusundaki beklentilere ne yeterli bir karşılık verebiliyor, ne de kadınla erkek arasında tam anlamıyla doyurucu bir ilişkiyi gerçekleştirebiliyor. Tek yapabildiği şey daha da büyük bir açlık, daha da amansız bir istekle bir kez daha, bir kez daha peşinden koşturacak kadar vaat ettiği zevkin azıcığını tadımlık olarak vermekten öte bir şey olmuyor. Hep bildiğimiz gibi oyun çok kez daha başlamadan bitiyor. Geriye kalansa beklentilerin gerçekleşememesinden gelen düş kırıklığı, gönül kırıklığı. Neden cinsel yaşantımız beklentilerimizin altında kalıyor? Neden verebileceklerinin tümünü alamıyoruz seksten? Çünkü her zaman acelesi, telaşı olan, her zaman bir şeyler elde etmek, bir şeyler kanıtlamak, bir şeyler başarmak çabası içinde olan bizler için, hiç acele etmeden, hiç telaş etmeden, karşılıksız ve emeksiz alınabilecek bir şey olabileceğine inanmak güçtür seks yogası asıl amacı

Seks Yogası Zevk ve Haz

Seks yogası zevk ve haz duymakla zevk ve haz duyma umuduyla birtakım girişimler içinde olma arasındaki büyük farkı göremiyoruz. Çabayla, zorla, parayla dünyanın en güzel kızıyla ya da en yakışıklı delikanlısıyla yatağa girmeyi başarabilirsiniz belki. Ama seks yogası asıl amacı haz duymaya gelince bu ilişkiden beklediğiniz yoğun, olağanüstü haz ve zevki, olağanüstü doyum ve mutluluğu elde edebilmeniz çabayla, zorla ya da parayla olabilecek bir şey değildir. En güçlü cinsel uyarılar bile bazen sizi buz gibi duygusuz bırakmış olabilir. Seks yogası, zevk almayı istemek başka bir şey, zevk almaksa bir başka şeydir kuşkusuz. Zevki zorla koparıp alamazsınız, tam tersine zevk alma istek ve telaşının yaratacağı gerginlik zevk ve hazzın kaynağını, çeşmesini kurutur. Zevk alma istek ve telaşından gelen gerginlik de içinde olmak üzere her türlü gerginlik yok edilip huzurlu ve rahatlatıcı bir ortam sağlanmadıkça elde edeceğiniz şey zevk ve haz değil, onun değersiz bir taklididir, düş kırıklığından, beklentilerinizin boşa çıkmasından gelen gönül kırıklığıdır.

Seks Yogası Zevk Almak

Seks yogası zevk almanın bir çaba, bir emek karşılığı olamayacağını iyice belirtmek için Zevk almak bir bağıştır, bir lütuftur, bir kutsanmışlıktır, diyor Watts ve bu sözleri birçok kez yineliyor yazısında. Burada hemen şunu söylemeliyiz. Seks yogası her türlü gerginliği yok edecek bir gevşeme sağlamaktan, zihni ve duyuları olabildiğince açarak en alıcı duruma getirmekten filan söz etmek kolay da, bunları gerçekleştirmek söylendiği kadar kolay şeyler değil. Bir de şu var: Böyle bir ruhsal durumu gerçekleştirmeye çalışıp çabaladığımız zaman zevk ve hazzı çabayla, zorlamayla elde etme yanılgısına biraz dolambaçlı olarak bir başka yoldan geri dönmüş olmuyor muyuz ? Seks yogası makalemizin sonuna geldik umarım faydalı olmuştur.
Devamını Oku »

4 Ağustos 2015 Salı

Kısırlaştırma

Kısırlaştırma Ameliyatlarının Dünyada Hukuki Zemini

Dünyanın birçok ülkesinde kısırlaştırma ameliyatları yasalara aykırı değildir. Bununla birlikte, aralarında hekimler de bulunan birçok kişi bu tür ameliyatların yapılmasına türlü nedenlerden dolayı karşıdırlar ve bunu kanunsuz bir işlem olarak nitelerler. İngiltere'de, Tıbbî Savunma Birliği adındaki bir kuruluş, kısırlaştırmayı öğütleyen propaganda kampanyasına başlamadan önce, işlemin kanunî olup olmadığı konusunda Adalet Bakanlığının kararına başvurmuştur. Verilen karar, ister tedavi nedeniyle, ister kalıtımsal nedenlerle, isterse başka bir nedenle yapılsın kısırlaştırma ameliyatlarının kanunsuz olmadığı yolundadır. Ancak kısırlaştırılacak kimsenin bu işleme tam anlamıyla rıza göstermesi kesinlikle gerekmektedir. Bu nedenle de, kısırlaştırma ameliyatı yapılmadan önce ameliyat olmak isteyen kişinin bir «kabul» ya da izin» belgesi imzalaması öngörülmektedir. Hatta İngiltere ve A. B. D.'de bu ameliyatları yapan jinekolog ve cerrahların çoğu belgenin her iki eş tarafında da imzalanmasını şart koşmaktadırlar.

Toplumun Kısırlaştırma Ameliyatlarına Bakışı


Kısırlaştırmanın tehlikesiz ve güvenilir bir doğum kontrolü yöntemi olarak benimsenmesi gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. İngiltere'de, Kraliyet Nüfus Planlaması Komisyonu tarafından 1949 yılında «tehlikesiz ve güvenilir» bir doğum kontrolü yöntemi olarak kabul edilmiş, «döllenme ihtimalini azalttığı ya da tamamen yok ettiği halde cinsel birleşmeyi mümkün kılmak amacıyla uygulanan her türlü yöntem »den biri olarak ilân edilmiştir. Son yıllarda erkeklerin kısırlaştırılmasına ilişkin tabular büyük bir hızla ortadan kalkmaktadır. Kısırlık erkek için utanç verici birşey olmaktan çıkmıştır. Vasektomi geçirmiş erkekler bu konuyu arkadaşları ile rahatça konuşabilmektedirler. Aynı şekilde, eşleri de kendi çevrelerinde kısırlaşma sorununu tartışabilmektedirler. Bu işlem halk arasında giderek yaygınlaşmaktadır.

Dünyada ve Türkiye'de Kısırlaştırma Ameliyatları


Amerika Birleşik Devletlerinde resmî kayıtlara geçmiş ilk kısırlaştırma işlemi (istek üzerine uygulanan) 1897 yılında yapılmıştır. O tarihlerde de şimdi olduğu kadar kolay ve tehlikesiz bir ameliyattı. ama toplumsal ve dinsel önyargıların etkisiyle hemen yaygınlaşmamıştı. Kısırlaştırma ameliyatları Pakistan'da geniş çapta uygulanmakta, Japonya'da ise ülkede çok yaygın olan çocuk aldırma ameliyatlarının yerini almasına çalışılmaktadır. Ama, kısırlaştırma ameliyatlarının en geniş ölçüde uygulandığı ülke Hindistandır. Yeryüzünde ilk kez olarak bir ayda yapılan ameliyat sayısı yetmişbeş bini aşmıştır. Türkiye'de gebeliği önlemek amacıyla yapılan kısırlaştırma ameliyatlarının sayısı oldukça azdır. Bu konuya ilişkin kanunlar kısırlaştırmaya izin vermemektedirler. Şurası kesindir ki, bugün uygulanmakta olan «normal» doğum kontrolü yöntemlerinin yerini alacak daha güvenilir yöntemler bulununcaya dek, kısırlaştırma ameliyatları gebeliği önleyici yöntemler arasında önemli bir yer tutmaya devam edecektir. Tabi bu yolu seçecek olan çiftler iyice düşünüp taşınmalı, belli bir rizikoyu göze almalıdırlar. Öte yandan, zorunlu kısırlaştırma, günümüzde hiçbir uygar ülke halkı tarafından kabul edilemeyecek kadar insanlığa aykırı birşeydir.
Devamını Oku »