27 Ekim 2015 Salı

Nevrotik Kadın

Nevrotik kadın analizinde, erkek kardeşlerinin erkeklik belirtilerine imrendikleri ve kendilerindeki eksiklikten (aslında küçüklüğünden) dolayı kendilerini dezavantajlı ve sakatlanmış olarak hissettikleri bir çocukluk dönemi geçirdiklerini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu "kamışa imrenmeyi" "iğdiş kompleksi"nin bir parçası olarak görürüz. "Erkeksiliği" erkek olmayı arzulama fikrini içerdiği şeklinde düşünecek olursak, "erkeksi protesto" ifadesi bu davranışa uyar; bu terim, bu etkenm genelde nevrozdan sorumlu olduğunu iddia eden Adler [1910] tarafından kullanılmıştır. Bu evrede küçük kızlar sık sık imrenmelerini de, gözde erkek kardeşlerine yönelik olan ve bu imrenmeden kaynaklanan düşmanlıklarını da gizlemezler. Vevrotik kadın Hatta eşitlik iddialarını kanıtlamak için erkek kardeşleri gibi ayakta durarak işemeye bile çalışırlar. Kadının cinsel ilişkiden sonra sevdiği kocasına yönelik kontrolsüz saldırganlığını sergilediğine ilişkin yukarıda anlatılan olayda bu evrenin nesne seçimi evresmden önce geliştiğini belirleyebilmiştim. Küçük kızm libidosu ancak daha sonra babasına yönelir ve o zaman da penise sahip olmak yerine bir çocuk ister nevrotik kadın. Diğer olaylarda bu dürtülerin ortaya çıkış sırasının tersine dönmesi ve iğdiş kompleksinin bu kısmının ancak nesne seçimi başarıyla yapıldıktan sonra etkinleşmesi beni şaşırtmaz. Ama kızdaki oğlan çocuğun penisine imrendiği erkeksi evre gelişimsel açıdan şöyle veya böyle daha öncedir ve nesne sevgisinden çok, özgün [ilk] narsizme daha yakındır.

Nevrotik Kadın ve Evlenme


Nevrotik kadın
Bir süre önce yeni evlenen bir kadının, bekâretini kaybetmesine tepki olarak anlaşılabilecek bir rüyasını anlama fırsatım olmuştu. Bu rüya, kadının genç kocasını iğdiş edip penisini kendine saklama arzusunu su yüzüne çıkarmıştı. İstediği şeyin cinsel ilişkinin uzaması ve tekrarı olduğu yolunda çok daha masum bir yorum da söz konusudur, ancak rüyanın bazı ayrıntıları bu anlama uymuyordu ve kadının kişiliği olduğu kadar sonraki davranışları da daha ciddi olan görüşü destekler nitelikteydi. Bu kamışa imrenmenin arkasında, cinsler arasında hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmayan ve "aydın" kadınların çabalarında ve edebi ürünlerinde açıkça ifade edilen kadının erkeğe duyduğu düşmanca içerleme gün ışığına çıkar. Paleobiyolojik spekülasyon yapan Ferencziama bunu yapan ilk kişi olup olmadığını bilmiyorumkadındaki bu düşmanlığı cinslerin farklılaştığı bir çağa bağlıyor. Ona göre başlangıçta ilişki benzer iki birey arasında olmuş, ancak bireylerden birisi daha çok güç kazanmış ve zayıf olanı cinsel birleşmeye zorlamıştır. Bu zorlamadan kaynaklanan içerleme duygusu kadınların bugünkü mizacında hâlâ varlığını korumaktadır.

Nevrotik Kadın Önemsenmesi

Nevrotik kadın Gereğinden fazla önemsenmediği sürece bu tür spekülasyonlara başvurmanın zararlı olduğunu sanmıyorum. Kadınların bekâretin kaybedilmesine ve izleri cinsel soğuklukta gözlenen paradoksik tepkisine yönelik güdülerine ilişkin bu sunudan sonra kadmın olgunlaşmamış cinselliğinin, onu cinsel edimle tanıştıran erkeğe boşaltıldığını söyleyerek toparlayabiliriz. Bu durumda bekâret tabusu yeterince mantıklıdır ve söz konusu kadınla yaşamını paylaşacak olan erkeğin, bu tehlikelerden kaçınmasını gerektiren kuralı anlayabiliriz. Daha yüksek uygarlık evrelerinde bu tehlikeye bağlanan önem, nevrotik kadının bağlılık vaadiyle ve kuşkusuz diğer güdülenimler ve teşviklerle azaltılır; bekâret, kocanın vazgeçmesi gerekmeyen bir mülkiyettir. Ama problemli evliliklerin analizi bize kadını bekâretini kaybetmenin intikamını almaya sürükleyen güdülerin, uygar kadının ruhsal yaşamında bile tamamen ortadan kalkmadığını öğretmiştir. Ne kadar çok nevrotik kadın ilk evliliğinde soğuk ve mutsuz olduğunu, buna karşılık bu evlilik çözüldükten sonra seven bir eş olduğunu ve ikinci kocasını mutlu edebildiğini görmek gözlemciye şaşırtıcı geliyor olmalı. Deyiş yerindeyse arkaik [eski çağlardan kalan] tepki kendini ilk nesnede tüketmiştir. Ne var ki bunun ötesinde bekâret tabusu uygar dünyamızda bile ortadan kalkmış değildir. Bu sıradan insanlarca bilinmektedir ve yazarlar zaman zaman bu malzemeden yararlanmaktadır. Anzengruber'in bir komedisinde basit bir köylü gencinin, kızın "ilkinde onun yaşamına mal olacak bir fahişe olduğu" gerekçesiyle nişanlısıyla evlenmekten nasıl alıkonduğu anlatılır.1 Bu nedenle onun başka bir erkekle evlenmesine razı olur ve kadın dul kalıp da artık tehlikeli olmaktan çıktıktan sonra onunla evlenmeye hazırdır. Oyunun adı Das Jngferngift ["Bakirenin Ze hiri"] bize, zehirli yılanları tehlikesizce ellerine almak için ilk önce kumaş parçasını ısırtan yılan oynatıcılarının bu uygulamasını hatırlatır. Nevrotik kadın makalemizin sonuna geldik görüşmek üzere….

Devamını Oku »

20 Ekim 2015 Salı

Erkeğin Sadakati

Erkeğin sadakati Kadının ahlâkına ait sebepler: içtimai sınıf farkı, bu münasebetin ahlaksız oluşu ve bundan kötü sonuçlar çıkacağı korkusu, kocasına sadakati, meşru bir çocuk temin etmek gibi. Kadının zevkine ait sebepler: Kocasına karşı duyduğu sevgi, erkeğin sadakati laubali yaklaşmasının doğurduğu hiddet, erkeğin sadakati başka bir kadına bağlı olduğu şüphesi, cinsi imtizaçsızlık korkusu, erkeğin sadakati karakterinin kötü olması, kadının beğendiği tipte olmaması gibi. Kadının imkânlarına ait sebepler: Kadının bu birleşmeyi temin edecek kadar serbest olmaması, erkeğin sadakati meşhur olması halinde duyulan çekingenlik, erkeğin sadakati mahareti hakkında duyduklarından dolayı düştüğü çekingenlik, erkeğin sadakati acemiliği karşısında duyulan küçümseme, erkeğin sadakati ciddi olmaması ihtimali gibi.

Erkeğin Sadakati ve Nizam

Erkeğin sadakati, erkek bütün nizam ve kaidelere rağmen âşık olduğu kadını elde edemezse, bunun hangi sebepten doğduğunu öğrenmeye çalışmalı ve bu sebebi ortadan kaldırmak için gayret etmelidir. Mesela, kadın onu kötü karakteri yüzünden istememiş ise, karakterinin iyiliğini ispat yoluna gitmeli, eğer kadın fırsat bulamıyorsa, bütün zekâsını ve imkânlarını kullanarak fırsat yaratmak yollarını aramalıdır. Bu mevzuda daha derinlere gitmeden önce kadınlar tarafından beğenilen, rağbet gören erkeklerin kimler, nasıl erkekler olduğunu görmemiz gerekir. Kama sanatına hakikaten iyi bir şekilde vakıf olan erkekler, güzel konuşan erkekler, yakışıklı erkekler, emniyet telkin eden erkekler, kadının zevkine ve arzusuna göre hareket eden erkekler, kadınların zaaflarını bilen erkekler arzu edilen, aranan, rağbet gören erkeklerdir.

Erkeğin Sadakati ve Davranışı

Erkeğin sadakati, bunlardan başka kuvvetleri ile tanınmış erkekler, sanatkâr erkekler, serbest fikirli erkekler, müteşebbis ve cesur erkekler, komşular eğlence ve gezintiden hoşlanan erkekler de kadınlar tarafından aranan ve rağbet gören erkek tipleridir. Her şeye rağmen evli bir kadının bir başka erkekle Kamaya razı olabilmesi için o erkeği mutlaka kendi kocasından üstün görmesi gerekir. Aksi takdirde kocasına karşı duyduğu sevgi ve saygı ve dini ve sosyal kaidelere karşı içinde mevcut olan itaat arzusu mağlup edilemez. Bazı kadınlar izdivaç dışı münasebetlere mani olan sebepleri kolayca bertaraf edebilecek karakterdedirler. Bunlar erkekler tarafından kolayca elde edilebilirler. Bu tip kadınları da şöyle sayabiliriz: Gözü sokakta ve eğlencede olan kadınlar, dedikoduyu seven kadınlar, kocası sebepsiz yere ikinci defa evlenen kadınlar, kocası tarafından aldatılan kadınlar, ailesi belli olmayan kadınlar, sosyete düşkünü olan kadınlar, mağrur kadınlar, içtimai sınıflan kocasından üstün olan kadınlar, kabiliyetleri veya güzellikleri veya bilgileri bakımından kocalarından üstün olan kadınlar, kocasından fena muamele gören kadınlar, çok seyahat eden erkeklerin kanlan, kıskanç kadınlar, kısır kadınlar, tembel olup kendisini işle veya başka meşguliyetlerle avutmayan kadınlar, ahlâksız ve muhteris kadınlar gibi. Erkeğin sadakati makalemizin sonuna geldik görüşmek üzere..
Devamını Oku »

13 Ekim 2015 Salı

Hermafroditizm

Hermafroditizm, Lydston [1889], Kiernan [1888] ve Chevalier'in [1893] eşcinsellik ihtimalini açıklama çabasıyla ortaya koyduğu varsayımlarda popüler görüşlerdeki yeni bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Popüler inanışa göre bir insan ya erkektir ya da kadın. Ama bilim, cinsel özelliklerin belirsiz, dolayısıyla cinsiyet belirlemenin zor olduğu olaylardan haberdardır. Bu her şeyden önce anatomi alanında ortaya çıkar. Söz konusu kişilerin cinsel organları hem erkek hem de kadın özellikleri taşır. (Bu tür kişilere hermafrodit denir.) Ender olaylarda her iki cinse ait cinsel organlar da tam gelişmiş olarak aynı kişide bulunur (gerçek hermafrodit); ama çoğunlukla her iki cinsel organlar grubu da atrofik [körelmiş] bir durumda bulunur. Bu anormalliklerin önemi, normal gelişmeyi anlamamızı kolaylaştırmalarında yatmaktadır. Çünkü görünen odur ki belli bir düzeyde anatomik hermafroditizm normal olarak ortaya çıkmaktadır. Her normal erkekte veya kadında karşı cinsin cinsel organlarının izleri bulunur. Bunlar ya organ kalıntıları olarak işlevsiz bir şekilde varlığını korur, ya da değişikliğe uğrayarak başka işlevler kazanır.

Hermafroditizm Anatomisi

 hermafroditizmin ruhsal ve bedensel belirtileri eşliğinde ortaya çıkması gerektiğini varsaymaktır. Ama bu beklenti boşunadır. Varsayılan ruhsal hermafroditizmle kesin olarak kanıtlanan anatomik hermafroditizm arasında böylesine yakın bir ilişki olduğunu göstermek imkânsızdır. Eşcinsellerde cinsel içgüdüde genel bir düşüş ve organlarda hafif bir anatomik atrofi (körelme) sık sık gözlenir (kar. Havelock Ellis [1897]). Sık sık böyledir, ama elbette düzenli, ya da genelde değil. Dolayısıyla eşcinsellikle bedensel hermafroditizmin bir bütün olarak birbirinden bağımsız olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir.
Anatomide uzun süredir bilinen bu gerçekler, başlangıçta çift cinsiyetliliğe olan fiziksel yatkınlığın evrim süreci içinde tek cinsiyetli bir yapıya dönüştüğünü ve atrofiye uğrayan [körelen] cinsiyetten geriye sadece birkaç iz bıraktığını düşünmemize yol açar. Bu hipotezi ruhsal alana da uygulamak ve olanca çeşitlemesiyle eşcinselliği ruhsal hermafroditizmin [çift cinsiyetliliğin] bir dışavurumu olarak açıklamak insana cazip gelir. Sorunu çözüme bağlamak için gerekli olan tek şey eşcinselliğin düzenli olarak
İkincil ve üçüncül [tali] cinsel özelliklere ve eşcinsellerde karşı cinsin özelliklerine sık sık rastlanmasına da çok önem atfedilmistir (kar. Havelock Ellis [1897]). Bu da çoğunlukla doğrudur; ama genelde bir cinsin tali cinsel özelliklerinin sık sık karşı cinste de gözlendiğini unutmamak gerek. Bunlar hermafroditizm belirtileridir, ama cinsel nesnede eşcinsellik yönünde bir değişiklikle birlikte ortaya çıkmazlar.

Hermafroditizm Cinsel Nesne

Cinsel nesne değişimine en azından kişinin diğer ruhsal niteliklerinde, içgüdülerinde ve kişisel özelliklerinde karşı cinsinkilere özgü paralel bir değişmenin eşlik etmesi halinde ruhsal hermefroditizm savı nesnel bir temel kazanacaktır. Ama sadece escinsel kadınlarda bu türden bir kişilik değişikliği düzenli olagözlenebilir. Erkeklerde eşcinsellikle tam bir ruhsal erkeksilik arada bulunabilir. Ruhsal hermafroditizm inancı korunacaksa, bunun çeşitli alanlardaki dışavurumlarının, karşılıklı belirlenmenin ancak hafif belirtilerini gösterdiğini eklemek gerekecektir. Dahası aynı şey bedensel hermafroditizm için de geçerlidir: Halban'a (1903)1 göre organ körelmeleri ve tali cinsel özellikler birbirinden önemli ölçüde bağımsızdır. Çift cinsellik teorisi en kaba şekliyle erkek eşcinsellerin bir sözcüsü tarafından dile getirilmiştir: "erkek bedenine hapsolmuş bir kadın beyni." Ama kadın beyninin ne olduğunu bilmiyoruz. Psikolojik sorununun yerine anatomik sorunu koymaya ihtiyaç da, gerek de yok. KrafftEbing'in açıklama girişimi Ulrichs'in kinden daha kesin gözüküyor, ama özünde ondan farklı değildir.. KrafftEbing'e [1895, 5] göre her bireyin cinsel yatkınlığı onu erkek ve dişi beyin merkezleriyle olduğu kadar, bedensel cinsel organlarıyla da donatır; bu merkezler ancak çoğunlukla ergenlikte, başlangıçtaki yatkınlıkta bunlardan bağımsız olan cinsel salgı bezinin etkisi altında gelinir. Ama yukarıda erkek ve kadın beyni için söylenenler aynı ölçüde erkeklik ve kadınlık "merkezleri" için de geçerlidir; bu arada beynin bazı bölgelerinin ("merkezlerinin") örneğin konuşma merkezlerinde olduğu gibi cinsiyet işlevlerine ayrıldığını varsaymak için hiçbir nesnel temelimiz yok. Hermafroditizm makalemizin sonuna geldik görüşmek üzere..
Devamını Oku »

6 Ekim 2015 Salı

Zevk Duymak

Zevk duymak daha insanlarda hatta tüm canlılarda doğum ile başlar. Bebeklerin zevki anlamaları için bilinçli olmasına gerek yoktur. Pek çok çocuk yaşamının daha ilk gününde parmağını emmeye başlar. Parmaklardan biri tesadüfen ağıza girdiği anda hemen emilir ve parmak ağızdan çıkarsa çocuk çoğunlukla kızar. İki haftalık bebekler parmaklarını emerken çıkan ses bayağı duyulabilir. Çocuklar ellerini yumruk yapıp ağızlarına götürecek derecede hareketlerini yönlendirebildiklerinde emmek ve dışkılamak arasında da bir bağ oluşabilir. Çocuk kaka yaparken hırs ve iştahla ya yumruğunu ya da parmağını emer ve zevk duymak kavramını hissetmiş olur. Bundan da rahatça anlaşıldığına göre: Gıda emmek erken çağda bambaşka bir emme olgusuna, "zevkli emme" denilen bir olguya yol açmaktadır.

Zevk Duymak ve Meme Emmek


Zevk duymak, meme emen bebekler dört haftalık olduklarında emme olayı sırasında süt içmeden salt haz duymaya değişen farklı davranış şekilleri gösterirler. Zevk duymak, örneğin memeyi ağızlarına alır almaz hızlı ve iştahlı bir şekilde emmeye başlarlar, ta ki doyana dek. Ama sonra meme ucunu dudakları ile sıkıştırmaya ve çiğnemeye başlarlar, tıpkı parmaklarını emdikleri gibi. Parmak emme sırasında da birtakım farklılıklar gözlenebilir: Açlıktan doğan emme isteği çoğunlukla hırslı ve beklenti doludur ve çocuğun halinden dış dünyaya duyduğu ilgi rahatlıkla anlaşılmaktadır, zevk dolu emme olayı sırasında ise çocuk dış dünyaya karşı ilgisizdir. Bu şekildeki emme olayının karakteristik yanı çocuğa verdiği zevktir.

Zevk Duymak Gelişimi Hızlandırır


Yalnızca zevk için emmek çocuğun gelişimini hızlandırır ki zevk duymak oldukça önemlidir. Çocuk yumruk yaptığı elini ya da parmaklarından birini ağzına sokmaya çalışır. Kavrama hareketini başaran çocuklar yabancı cisimleri de ağızlarına sokmaya başlar. Zevk için emmek tanıma olgusuna da yol açar. Her şey yalanır, tadına bakılır ve bu arada çocuk kendi bedenini yabancı cisimlerden ayırmayı öğrenir. Zevk duymak makalemizin sonuna geldik görüşmek üzere…
Devamını Oku »

4 Eylül 2015 Cuma

Aşk

Aşk yalnız sevmekten, düşünmekten ibaret bir his değildir. Aşk, yalnız kalbe, ruha, dimağa ait değildir. Eğer öyle olsaydı, uzakta olan bir âşık kendini teskin ve hatta memnun edebilirdi. Düşünmek, hep sevgilinin hayali, hatırasıyla uğraşmak, yalnız yaşamak yetmiyor insana. Sevgi plâtonik olamaz, nazarî bir duygu tam bir duygu değildir. Aşk bir ızdıraptır. Ondan ancak sevgilinin yanında kurtulurur. Yani ızdırap yalnız sevgilinin yanında unutulur. Yoksa tek başına sevmek yetmez. Sevdiğini görmek, onun yanında bulunmak, onunla beraber yaşamaktır amaç. Gözlerin sevdiğini görmez, kulakların sesini işitmez, burnun kokusunu almaz, elin vücudunu okşamazsa, insan yanındakine: <<Ben seni bütün varlığımla, benliğimle seviyorum>>, diyemezse, bu sözün onun üzerindeki tesirini göremez, anlayamazsa, boştur her şey. Aşk tam olmak için karşılıklı olmalıdır. Bu çok nadirdir, ama esas mutluluktur. Kıskançlık ise sevgiyi öldürür, güven yaşatır. Her zaman sevdiğini anlamak, affetmek gerektir. Maddî menfaati düşünmeden, arzularının sonundan korkmadan yaşamaktır aşk. Aşk her gün yeniden doğmaktır.

AŞK NASIL TARİF EDİLİR ?

Aşk bir gemidir. Kaptanın ustalığı oranın da yol alır. Aşk bir dağ gibidir, tırmanması ne kadar yorucu ve güçse, inmesi o kadar kolaydır. Sevginin ise ölçüsü yoktur. Bazen kantarla bazen tek kefeli teraziyle tartılır. Aşk verdiği kadar almak isler. Aşk suya benzer, herhangi bir şey onu harekete geçirmezse bozulur. Sabırsız aşk, köksüz çiçek gibidir. Kadın ruhu aşkla beslenir. Kadınlar anlaşmak için değil sevilmek için yaratılmışlardır. Aşkla oynayan kadınlar bıçakla oynayan çocuklara benzerler. Sonunda yaralanan kendileri olur. Aşk evlenince son bulur.

İNSANLIĞI AŞK MI KURTARACAK ?

Dinler ve felsefeler eskiden beri insanlara birbirlerinin kardeşi olduklarını anlatmak isterler ve bir türlü başaramazlar. Aksine insanlar biri birinin düşmanıymış gibi hareket ederler, birbirinden korkarlar, kıskanırlar, kötülük etmekten çekinmezler. Yani insanlar birer düşman kardeştirler. Hindistan'da ise bir mezhebe göre insanın kardeşi yalnız bütün insanlar değil, aynı zamanda her hayvan her bitkidir ve daha da ileri gidilerek her eşyadır. Batılılar ise insanı çok yükseğe, insan olmayanları da en aşağıya koymuşlardır. Mertebeler, dereceler sınıflar, farklar gözetilmiştir. Hele insanların bazı ırk ve ulusları kendilerini herkesten üstün ve efendi saymak gafletine düşmüşlerdir. Bazıları da kendilerini Allah'ın en sevgili kulları olarak sayar ve gururlanırlar, İşte bundan üstünlük, aşağılık, kibir, nefret ve istihfaf duyguları ortaya çıkar. Şarklıların bazıları hiç kimseyi ve hiç bir şeyi kötü görmez ve yalnız insanlığa değer verirler. Bunlar kâinattan ayrılmaktansa ona daha da yaklaşmak isterler. Çocuk ile deliyi Allah'ın bir armağanı sayarlar. Hayvana iyi bakarlar ve acırlar, hatta en küçük bir böceğe bile kötülük etmezler. Hazreti Peygamber namaz kılmak için, seccadesinin üzerinde uykuya dalmış olan bir kediyi bile uyandırmaktan çekinmemiş midir? Bazı Şarklılar en ufak bir otun ve taşın bile ızdırap duyacağına inanırlar. Bir sanskrit sözü şöyle der:<<Bu şey, bu çiçek, bu kuş, bu dağ, bu yıldız hep sensin, hiçbir şey senden başka bir şey değildir>>. Eğer bu felsefeyi kabul edecek olsaydık dünyada hiç yalnızlık duymayacaktık, kinimiz ve hırsımız olmayacaktı. Birbirimize bağlı olacak, hayatın büyük varlığına kendimizi uydurmuş olacaktık. Artık kutsal kelimesinin manasını öğrenmiş ve tanrının harikalarına hayran olacaktık. Eğer insanlar tabiatın bir beraberlik olduğunu anlasalardı belki toplumu daha sıkı bir birlik haline sokmaya çalışacaklardı. Yerde, gökte ve denizde kendilerinin yanı başında bulunan canlı ve cansız her türlü mahlukatla insanlar eğer bir tür akrabalık ve yakınlık duysalardı yani kâinatla kardeşlik edebilselerdi, basitten karmaşığa giderek, belki birbirlerini seveceklerdi. İşte o zaman aşk hayatın her yerinde ve anında anlam bulacaktı. Her insan için mutlak olacaktı ve belki de dünya çok daha yaşanabilir bir hal alacaktı.


Devamını Oku »

1 Eylül 2015 Salı

Kızlık Zarı

Kızlık Zarı Nedir ?

Kızlık zarı (himen) dediğimiz doku parkası, döl yolunun (vajinanın) ağzında bulunur. Yanıtı ay veya tam bir halka biçiminde vajinanın ağzını kapatır. Ortasında kurşun kalem çapında bir açıklık vardır. Yapısı kadından kadına değişir. Çok seyrek rastlanan bazı durumlarda kızlık zarı iki milimetre kalınlığında sert ve esneklikten yoksun bir yapıda olabilir. Yine ender görülmekle birlikte, cinsel birleşmeye engel teşkil etmeyecek biçimde aşırı esnek olabilir. Bir diğer ender yapı bozukluğu ise vajinanın (döl yolunun) kızlık zarıyla tamamen kapalı olması halidir. Bedensel gelişmesi normal olan bir kız çocuğu buluğ çağıyla birlikte her dört haftada bir karın bölgesinde ağrılar hissediyor, ama regl kanaması olmuyorsa bu tür bir anatomik bozukluktan şüphelenmek gerekir. Vajinanın zarla tamamen kapalı olduğu durumlarda mutlaka doktor müdahalesi gereklidir. Çünkü bu arada genç kızda normal yumurtalık çalışması ve her 28 günde bir yumurta atımı devam eder.

Kızlık Zarının Kapalı olması


Kızlık zarının kapalı olması nedeniyle, bu kan dışarı atamayarak, döl yolunda birikir. Hatta bu durum daha da ileri giderek, kanın bütün rahme ve yumurta iletim kanallarına dolmasına kadar varabilir. Bu tür tehlikelerin belirmemesi için. Kızlık zarı doktor tarafından küçük bir operasyonla açılır. Birçok genç kızda da kızlık zarı açıklığı ön tarafta bulunur. Yani idrar yoluna bakan yöndedir. Burada da bazı anormalliklere rastlanabilir. Örneğin zarda bir kaç arıza bulunabilir. Kızlık zarı. Genç kızın iç cinsel organları için önemli bir koruyucudur. Bu zar olmasaydı, kadınların pek çoğunda çeşitli iltihaplanmalar meydana gelebilirdi. Ancak vajina mukozasının ve rahim boynunun da enfeksiyona sebep olan çeşitli mikroorganizmalara karşı koruyucu çeşitli salgılar ürettiğini de unutmamak gerekir. Aslında doktorların "yumurta kanalı iltihabı" olarak saptadıkları durumu, kadınlar arasında "yumurtalık iltihabı" olarak bilinir. Kızlık zarları bozulmamış genç kızlarda bu tür iltihaplanmalar hemen hiç görülmez.
Devamını Oku »

18 Ağustos 2015 Salı

Adet Görme



Adet görme, kadın genital organları: yumurtalıklar, fallop borusu denilen yumurtalıklara giden kanal, rahim, vajina ve vulvadan oluşur. Yumurtalıklar, yumurtaları üretir ve korurlar. Ayrıca kadınlık hormonunu hazırlar ve kana verirler. Adet görme olayı, ortalama 28 günlük periyodlarda oluşur. Bu olay bir yumurtanın yumurtalıktan Fallop kanalına doğru atılması ile başlar ve takriben iki hafta zarfında, bu yumurtayı koruyabilecek ve besleyebilecek değişikliklere uğrayan rahime ulaşır. Bu yumurtanın rahimde kalıp hayat bulabilmesi ancak bir aşılama olayının olması ile mümkündür. Bu esnada rahim hafifçe şişer ve iç duvarını kaplayan zarımsı tabaka kalınlaşır. Bu durumdaki rahmin kanlanması oldukça artar ve rahme ait bezlerden özel bir mukoza salgılanır. Bu değişiklikler aşılanmış yumurtaya yer hazırlamak amacıyla oluşur. Yumurta aşılanmadığı takdirde bu yumurta ile beraber rahmin iç duvarında oluşmuş zarımsı tabaka, mukoza ve kan dışarıya doğru atılmaya başlar. İşte bu kanamalı devreye aybaşı akıntısı veya kanaması adı verilir. Bu devre genelde 6 gün devam etmekle beraber, her kadında değişkenlik gösterebilir. Bu arada adet çarkı da yine 25 ilâ 30 günlük bir süre içinde meydana gelir.

Adet Döngüsü Niçin Olur?

Adet döngüsü doğal olarak ve devamlı kadını gebeliğe hazır bir halde tutar. Buluğdan adet kesimine kadar olağandışı bir durum olmadığı takdirde düzenli devam eder. Kadın genital organlarında sürekli hayati öneme sahip olaylar olur. Bütün değişiklikler dünyaya gelecek çocuk için bir çeşit yer ve besin hazırlama amacı güder. Yumurta aşılandığı takdirde, yumuşak, rahat, gıda bakımından gayet zengin bir ortama girerek, şaşırtıcı değişiklik ve gelişmeler göstermeye başlar. Fakat çoğu zaman aşılanma olmaz, rahimde herhangi bir yerleşme oluşmaz ve gebeliğin sürmesi için oluşmuş diğer değişikliklerle beraber yumurta dışarı atılır ve bu adet döngüsü periyodik olarak devam eder.

Adet Evreleri Nelerdir

Adet devrinin birbirinden ayrı 3 evresi vardır. Bunlardan birincisine yumurta öncesi evresi denir. Adet birinci gününden başlar, iki hafta devam eder. Önce beyinin orta kısmında bulunan hipofiz guddesi bir hormon salgılayarak yumurtalıkta (Graaf folikülü) denilen ve kabarcığa benzeyen bir cisimcik meydana getirir. Her Graaf folikülü bir yumurta içerir. Genellikle bir devrede sadece bir tek folikül olgunlaşır ve hipofizin salgıladığı hormonunun etkisi altında içi bir sıvı ile dolar ardından foliküler hormon denilen hormonun salgısı başlar. Bu hormonun etkisiyle rahmin iç duvarında değişiklikler meydana gelir. Rahim gittikçe kalınlaşır ve yukarda bahsi geçen gelişmelere uğrar. Bu sırada Graaf folikülü gittikçe yumurtalığın duvarına yaklaşır ve nihayet yırtılarak yumurta dışarı çıkar. Karın boşluğuna doğru atılan bu yumurta, Fallop tüpü denilen ve yumurtalıkla rahim arasında birleşme görevi gören borunun yumurtalığa yakın ucunda bulunan huni biçimindeki delikten kanala girer. Yumurtanın yumurtalıktan çıkıp fallop borusuna girişine kadar geçen zamana yumurtlama müddeti (ovulasyon) adı verilir. Bu zaman son aybaşının birinci gününden hesaplanarak, adet devrinin 10 ila 16 ncı günü arasına denk gelir. İkinci evre yumurta sonrası evresi adını taşır. Bu evre takriben 10 gün sürer. Patlamış olan Graaf folikülünde bu esnada yeni bir iç salgı dokusu meydana gelir. Bu yeni oluşan dokuya Corpus luteum(sarı cisim) adı verilir. Sarı cisim progesteron veya sarı cisim hormonu denilen bir hormon meydana getirerek etkisini gösterir. Bu etki altında rahmin kanlanması çoğalır, rahimdeki bezlerin ifrazatı artar ve özel bir mukozamsı salgı meydana gelir. Böylece rahim aşılanmış yumurtayı alıp koruyabilecek bir özellik kazanır. Yumurta aşılanmamış olduğu takdirde aybaşı akıntısı olur. Bu, adet devrinin üçüncü evresi, yani kanama evresidir. Aşılanmamış yumurta rahime geldiği anda sarı cisim hormon salgısını azaltır. Bir kaç gün sonra rahmin iç duvarında oluşan zarımsı tabaka ayrılmaya başlar. Kan damarları büzülür ve rahim bezleri çalışmaz. Başlayan kanama 3 ila 6 gün sürer. Kanamanın başlaması ile beraber sonraki adet hazırlıkları, yani bu olayın tekrarı başlar. Değerli arkadaşlar bugün sizlere adet döngüsü ile ilgili bazı bilgiler verdik.  Hoşçakalın.



Devamını Oku »